Emma-Jane Austen

 



…En büyük sorun da bu değil mi babacığım? Dünyanın bir yarısının, öbür yarısının zevk aldığı şeyleri anlayamaması…

 Yukarıdaki cümleler Emma’ya ait. Kitap Emma’nın ağzından, büyük ölçüde onun bakış açısıyla resmettiğimiz bir dünyayı anlatıyor. Bu sebeple kitap boyunca onun yaşadıkları kadar yanılgılarını, hayal kırıklıklarını, acılarını, sevinçlerini, düşünce ve duygularını da gözlemleyebildim. Emma’yı pek çok yönden kendime benzettim diyebilirim Ama önce kısaca hayatını anlatmalıyım. Eminim şu an zihnimde capcanlı olan bu hayat öyküsü zamanın silikleştirdiği bölük pörçük hayallere dönüşecek. Bu satırları zamanın tozlandırdığı bu hayalleri yeniden açığa çıkarmak için yazıyorum.

 Emma annesini küçükken yitirmiş, ablasını evlendirmiş ve babası ile beraber yaşayan servet sahibi bir genç hanım. Kitap boyunca edindiğim izlenimler onun son derece zeki, akıllı ama aynı zamanda en azından kitabın büyük bir kısmında kibirli olduğu yönünde. Bu kibir aslında onun düşünce yapısında gizlenmiş, davranışlarına sirayet etmeyen bir kibir. Bu kibir tarzı bana kendimi hatırlattı. Emma herkese karşı çok nazik, çok kibar ama düşünce ve duygu dünyasında aynı nezaketi görmek biraz zor. İnsanları belki de içinde bulunduğu toplumun şartlarına uygun olarak soy, sop, mal varlığı, zeka ve görgü seviyesi gibi konularda aşağıda görmek gibi veya çok yüceltmek gibi huyları var. Mesela Emma kendisinin bu konuda tam tersi olan bir karakteri anlatırken şu cümleleri kuruyor:’’ Gururlu olabilirdi, ama asla kibirli değildi, insanların seviyeleri konusundaki kayıtsızlığı düşüncesizlik sınırlarında dolaşıyordu. Önemsemediği, umursamadığı bir olguyu yargılaması beklenemezdi. ‘’ Bu son cümle beni çok düşündürdü. Yani aslında insanların çoğu zaman yargıları, ısrarla üstünde durarak, bastırarak dile getirdikleri eleştirileri onların bu konudan çok uzak oldukları anlamına filan gelmiyor aksine bu konuyu çok önemsedikleri anlamına geliyor. İnsan tanımadığı, bilmediği bunun da ötesinde önemsemediği bir şeyi eleştiremez. Ha ne diyordum işte Emma’nın karakteri biraz böyle.

    Mr Knightly… Aslında kitabın en başından beri beni en çok etkileyen karakterlerden biri. Süslü cümleler kurmayı sevmeyen, her zaman itidalli, sağduyulu davranışlarıyla Emma’nın bütün o ivedi duygularına bir sükûnet kazandırmasını bilen, son derece kibar ve nazik bir beyefendi. Emma hiç üstüne vazife olmadığı halde sürekli olarak insanları birbirine yakıştırıp onların davranışlarını kendi düşüncelerine göre yorumlayarak çöpçatanlık gibi tehlikeli işlerle uğraşıyor. Kitabın sonunda herkesin Emma’nın düşündüğünden bambaşka kişilerle evlenmesi onun aslında aşk hakkında hiçbir şey bilmediğini gösteriyor. Emma insanların dış görünüşlerini, mal varlıklarını, soylarını birbirleriyle evlendiriyor aslında, kendilerini değil. Benim kitaptan anladığım en önemli şeylerden biri iki insan arasındaki ilişkinin, yakınlığın kaynağının bu iki insan dışındaki kimselerce asla anlaşılamayacak olması. Tabi bu samimi bir yakınlık olduğunda. Bazen sizin dışarıdan hiç uyumlu bulmadığınız iki insanın aslında tam da birbirlerine göre oldukları aralarındaki o enerjinin uyumu, bunlar gerçekten kelimelerle açıklanamayacak şeyler. Bazen bana öyle oluyor ki hiç konuşmadığım, hatta göz göze bile gelmediğim ama tanıdığım bir insandan bana bir enerjinin geldiğini hissediyorum. Beni ona çeken bir enerji. Ben bu durumu tıpkı incecik çatlaklarından su sızdıran kaplara benzetiyorum. İnsandan düşünceleri ve duyguları işte böyle bir enerjiyle etrafına sızıyor. Sanırım bu konuyu fazla uzattım. Emma kitabın son sayfalarına kadar Mr. Knightly’i sevdiğinin farkında olmuyor. Peki ona 13 yaşından beri aşık olan Mr. Knightly ne zaman aşkını itiraf ediyor dersiniz? Emma onu ne kadar sevdiğinin aslında ondan başkasıyla evlenemeyeceğinin farkında olduğu zaman. Halbuki Emma bunu ona belli edecek hiçbir davranışta bulunmamıştı. Sanırım az önce bahsettiğim duygu ve düşüncelerin etrafa yayılması konusu bu örneğimle daha anlaşılır hale gelmiştir.

   Bu kitabın bana fark ettirdiği en önemli şeylerden biri de nasıl biriyle evlenmek istediğim oldu. Mr Knightly sanırım benim bir eş adayında sahip olmasını istediğim pek çok özelliğe sahip. Olgun, tecrübeli, itidalli, pek çok olaya realist bakabilen, hayalperestlikten uzak, kibar, nazik, işinin başında, abartıdan uzak, iyi kalpli, önyargısız, uyaran ama asla uyarısını dayatmayan, fedakar, kendisinde ahlaki olarak kusursuzluk barındıran bir karakter.

   Emma’yı bu satırlara kadar hep eleştirdiğimi fark ettim. Halbuki dediğim gibi Emma bana benziyor. Ve benim onda çok beğendiğim şeyler de var. Hiçbir zaman hatasında inat etmeyen, her hatasının ardından onu telafi edip yeniden başlamasını bilen, kimseyi davranışlarıyla kırmayan, incitmeyen, çoğu zaman yanılsa da insanları analiz etmekten keyif alan, iç dünyası zengin bir karakter. Emma’nın kitapta kendi zihnini tarif ederken kurduğu cümle çok hoşuma gitmişti:’’ Bir kapının önünde dururken bile kendini oyalayabiliyordu. Canlı ve huzurlu bir zihin hiçbir şey görmese de olurdu çünkü bir şekilde kendine hitap edeni bulurdu. ‘’

 Kitap boyunca Emma’nın insanlara karşı olan düşüncelerinin nasıl değiştiğine de tanık oluyorsunuz. Başta çok kibar, mükemmel ve iyi bir insan olduğunu düşündüğü kişiler sonradan bambaşka insanlar olup çıkarken bunun tam tersinin örnekleri de mevcut. Aslında çoğu zaman insanların iyi ya da kötü davranışları bizimle değil de onların içinde bulundukları koşullarla, acılarıyla, travmalarıyla ilgili oluyor. Tıpkı Jane Fairfax’in aslında hiç de göründüğü gibi soğuk ve gergin bir insan olmamasına rağmen altı aydır nişanlı olduğunu saklamak zorunda olduğu için bu hale girmek zorunda kalması gibi.  Ha bir de insan evlendiği kişiyle hemhal oluyor, zamanla onun karakterine bürünüyor. Mr. Elton çok da iyi bir insan değildi evet ama karısının kötülüğü onda var olan kötülüğü daha da bir açığa çıkardı.

      Son olarak bu kitap beni Emma’nın dünyasında hoş bir gezintiye çıkardı. Sınav haftasının gerginliğinden biraz olsun sıyrılıp onun geniş bahçeli evinde, Frank Churcill’in ve Jane Fairfax’in sırlarında, Mr.Elton’ın hayal kırıklığında, Harriet’in masum ve saf kalbinde, Mr. Knightly’in asilliğinde, Mrs. Bates’in gevezeliklerinde, Mrs Elton’ın kibrinde, Mr. Wodhoose’in kuruntularında, Emma’nın nazik dik başlılığında, ağaçlarla kaplı ormanlarda, yağmuru, karı, güneşiyle İngiltere’nin küçük bir kasabasında yaptığım bu hoş gezinti benim için unutulmaz olacak.

……İnsanların kötülüklerinin ve güçlerinin mezara kadar sürmesi ne büyük bir lütuf!

 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kalbin Anlamı Üzerine Mülahazalar

Yaşama Berrak Bir Bakış

Kalbi İçin Emek Harcamak