Kalbin Anlamı Üzerine Mülahazalar

 

    Geçtiğimiz günlerde annemle bir kitapçının içinde gezinirken gördüm bu kitabı. Görür görmez içimde bir şeyler kıpırdandı. Çünkü uzun zamandır kalbimin bir darlık ve bir genişlik içinde oluşunu, bir hâl üzere sabit kalamayışını anlamlandırmaya çalışıyordum. Elbette, kalbin asli özelliğinin bu olduğunu biliyorum. Kalbin “kalp” diye isimlendirilmesinin nedeni, süratle başkalaşmasıdır. Ama Efendimizin, “Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl.” duasından, aslında kalbin bir hâl üzere sabit kalışının mümkün olabileceğini de biliyorum.

    Yaşadığı her şeyi anlamlandırarak sükûn bulabilen zihnim, beni bu kez kalbin anlamını aramaya sevk etti. Hâkim et-Tirmizî, bu eseri kendisine sadr, kalp, fuâd, lüb gibi kalbin yerine kullanılan isimlerin arasındaki farkın sorulması üzerine kaleme almış. Kitabın girişinde ilk olarak sadrdan bahsediyor. “Sadr, aslında kalbin bulunduğu mekâna denir,” diyor. Yani kalbi bir ev, sadrı ise o evin avlusu gibi düşünebiliriz. Evin yalnızca sahiplerine mahsus oluşuna karşın, evin avlusu nasıl yabancılara açıksa sadr da böyle, her türlü şeyin girişine açık bir alandır. Yani dışarıdan gelen her türlü şey öncelikle sadra girer, kalbe değil. Kalp, ilahî bir lütuf olarak Yüce Allah tarafından korunmuştur.

     Dolayısıyla, aslında genişleyip daralan şey kalp değil, sadrdır. Sadrdaki duraklar sırasıyla: kalp, fuâd, lüb ve artık bundan sonra, içinde zarif sırlar barındıran ince makamlardır. Bu girişten sonra müellif, “İçimde neler oluyor?” sorusuna cevap bulduğum kısımlara giriş yapıyor. Nefse, sadra girmek yoluyla baskı kurarak onu yönetme gücü verilmiştir. Bunun sebebi, Allah’ın sadra sınama yüklemesidir. Âyet-i kerîmede geçtiği üzere: “Allah gönüllerinizde bulunan şeyi denemek ister.” Böylece kulun, Efendisine yakarması, O’na niyaz etmesi beklenir.

      Benim için en çarpıcı bölümlerden biri, bu daralmanın ve genişlemenin bir sınırı olmayışından bahsedilen bölümdü. Sadr bir kez daraldığında, artık bu daralmanın bir sınırı yoktur. Keza Allah’ın lütfuyla genişlediğinde de bu genişlemenin bir sınırı yoktur. Malayaniyle meşgul olmak suretiyle bâtıl için genişleyen sadr, hak ve hakikat karşısında daralmaya başlar. Hak için genişleyen sadr ise bâtıl şeyler karşısında daralmaya, bunalmaya başlayacaktır. Çünkü Allah’ın Müslümanlık nuruyla genişlettiği kalp, bâtıl şeyleri içinde barındıramaz.

     Eserin benim için en kıymetli öğretisi, Allah’ın sadrı vesvese ve kuruntulardan koruma işini kullarına bırakmıyor oluşu oldu. Âyet-i kerîmede Allah, kullarına kalplerini temizlemeleri için yalvarıp yakarmalarını emrediyor. Nasıl ki sabahın ışıkları vurup güneş doğduğunda yıldızların ışıkları sönerse; kulunu hidayete ulaştırmak, ona doğru yolu göstermek gibi özellikleriyle Rab’lık ortaya çıktığında, kulun amelinin ne önemi olabilir ki?

     Öyleyse kalbimiz hususunda; zahirde ve bâtında, dinî ve dünyevî işlerde göz açıp kapatmalık bir süre ya da daha azında bile, kendisinden müstağni kalamadığımız Allah’a sığınırız.

 

                                                     

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Yaşama Berrak Bir Bakış

Kalbi İçin Emek Harcamak